Cennet adada insanlık dramı – Haber3



Bir turistin Rodos'a ilk adım attığı an, her şey rüya gibi gelir. Ada, Ege Denizi'nin berrak sularıyla çevrili, güneşin altında parıldayan beyaz duvarlı evleriyle bir tabloyu andırır. Tarihi surlar, limandaki gemiler, çarşıda yankılanan kahkahalar ve deniz kıyısındaki restoranlardan yükselen müzik, ona tatilin mükemmel olduğunu hissettirir. Ancak birkaç gün sonra, turist limanın daha sessiz bir köşesine doğru yürüdüğünde, karşısına çıkan manzara, onu gerçeklerle yüzleştirir.

Limanda bekleyen bir grup insan, mülteciler… Gözleri yorgun, bakışlarında derin bir hüzün saklıdır. Üzerlerinde farklı kültürlerden izler taşıyan, yıpranmış giysiler vardır. Turist bu insanlara bakarken, bir yandan sahilde güneşlenen tatilciler ve diğer yanda savaş, yoksulluk ve zorluklardan kaçıp buraya sığınmış bu insanların arasındaki keskin zıtlığı hisseder. Kadınlar bebeklerini sıkıca kucaklamış, çocuklar ise toprağın üzerinde sessizce oynuyorlar. Yetişkinlerin bakışları ise denize sabitlenmiş, sanki uzak bir ufukta belirsiz bir geleceği izliyorlarmış gibi...

Turist, önce ne hissetmesi gerektiğini bilemez. Tatilde olmanın hafifliği, bu görüntünün ağırlığıyla çarpışır. Bir yandan, adanın doğal güzelliği ve tatil atmosferiyle dolu keyifli anları yaşamak isterken, diğer yandan gördükleri onu derin düşüncelere sürükler. Bu insanlar kimdir; Neler yaşamışlardır; Hangi acıları, hangi umutsuzlukları burada, bu cennet adada bırakıp yeni bir hayata tutunmaya çalışıyorlardır;

Zaman geçtikçe, turist fark eder ki Rodos sadece güneş ve denizden ibaret değildir. Ada, aynı zamanda başka bir hikâyeye ev sahipliği yapıyor: hayatta kalmak için evlerinden, ülkelerinden kaçmak zorunda kalan binlerce insanın hikâyesi. Yardım kuruluşlarının mültecilere yardım dağıttığını, yerel halkın bazı noktalarda kaygılı, bazı noktalarda ise şefkatle yaklaştığını görür. Tavernalarda, kafelerde duyduğu konuşmalar hep aynı sorular etrafında döner: “Bu insanlar burada ne yapacak?”, “Bize ne olacak?” Mülteciler, sadece burada geçici olarak bulunan yabancılar değil, adanın günlük hayatının bir parçası haline gelmişlerdir. Her gün, hem yerli halk hem de turistler bu gerçeklikle yüzleşmektedir.

Bir akşam, gün batımında, turist otelinin balkonunda denize bakarken, gördüklerini düşünmeye başlar. Gün boyu etrafında koşuşturan, sahilde gülen diğer tatilcilerin aksine, onun gözleri artık daha farklı şeyler görür. O göz alabildiğine uzanan deniz, tatil için bir huzur kaynağıyken, mülteciler için tehlikelerle dolu bir umut yolculuğunun simgesidir. Rodos, turistler için bir kaçış noktası olabilir, ama mülteciler için bir kurtuluş ya da belki de bir çıkmaz sokak...

Bu insanlar ne kadar bekleyecek; Bir sonraki adım neresi olacak; Turist, bu soruların cevaplarını bilmez, ama o akşam, o gün batımında, artık tatilin ona düşündüğünden fazlasını verdiğini hisseder. Gördükleri sadece tatil anıları değil, aynı zamanda insanlık dramının sessiz bir tanıklığıdır. Rodos'un tarihindeki şövalyeler, savaşlar ve kahramanlar, bir anda yerini bu yeni kahramanlara, mültecilere bırakır. Ve turist, kendi hikâyesinin bir parçası olarak bu insanların yaşadıkları acıları ve umudu da içinde taşımaya başlar.

Güneş yavaşça batarken, turist anlar ki bu ada sadece güzelliklerin değil, aynı zamanda derin insanlık dramlarının da sahnesidir. Gördüğü şeyler, tatilinin hafifliğini alıp yerine derin bir empati ve sorumluluk bırakmıştır.