Araziyi doğu okuyan Suriye’nin nereye gittiğini görebilir
Suriye diktatörü Esed’in sonunu getiren 8 Aralık depreminde, dışardan yönetimi öncelikle Ankara-Washington işbirliğinin yüklendiği, Ankara’nın sahadaki baş oyuncu Washington’un stratejik sponsor olduğu netleşiyor.
James Jeffrey, ABD’nin eski Suriye Özel Temsilcisi ve Ankara Büyükelçisi, Türkiye’yle iyi ilişkileri halen devam ediyor. Akademisyen David Miller geçen hafta Jeffrey’le 2021’de yaptığı çarpıcı mülakatı hatırlattı. Jeffrey özetle:
- HTŞ’ye yardım etmemiz için (zamanın ABD Dışişleri Bakanı) Mike Pompeo’nun istisnai izin yayınlamasını sağladık... HTŞ’ye mesaj gönderdim, onlardan mesaj aldım… HTŞ’den gelen mesajlar: “Sizin dostunuz olmak istiyoruz. Biz terörist değiliz. Sadece Esed’le savaşıyoruz…” Bizim için HTŞ’nin ayakta kalması önemliydi… Bizim için (Amerika’daki) terörizm bürokrasisi içinden hiç kimsenin Golani’yi vurmaması önemliydi… bu kötü bir şey olurdu.
- Suriye, bölgede Amerika’nın yönettiği bir güvenlik sistemi oluşması için anahtar ülkedir… HTŞ’yi hedef almadığımız bir olgudur. HTŞ’yle ortak yaşam (cohabitasyon) içindeki Türklere karşı sesimizi yükselmediğimiz bir olgudur… Biz Türkiye’nin İdlip’te olmasını istiyorduk, ama bir platform olmadan İdlip’te olamazsınız, o platform genel anlamda HTŞ’dir… HTŞ, Birleşmiş Milletler tarafından resmen terörist örgüt ilan edilmiştir. Ben veya herhangi bir Amerikalı resmi görevli, Türkiye’nin İdlip’te yaptıklarından hiç şikayetçi oldu mu? Hayır… HTŞ en az kötü seçenektir.
İngiltere ve İsrail’in de işbirliğinin içinde olduğu belli. İngiltere özellikle istihbarat açısından, İsrail öncelikle ABD’nin bölgedeki stratejik ortağı olarak.
Ukrayna istihbaratının HTŞ örgütüne İHA-SİHA verdiği, teknolojisini aktardığı haberleri Amerika, Ukrayna hatta Rus medyasında bolca çıktı, Ukraynalı yetkililer doğruladı.
Ukrayna istihbaratı bugün Anglosakson istihbaratıyla neredeyse tamamen iç içedir. Hava sahasını Rusya’nın kontrol ettiği İdlip’e Ukrayna unsurlarının ve malzemelerin tek giriş yolu Hatay sınırıdır.
İngiliz Guardian gazetesi, HTŞ’nin uzun süredir savaşa nasıl hazırlığını anlatan kapsamlı bir haber yayınladı.
İsabetli bir değerlendirme eski Şam Büyükelçisi Ömer Önhon’dan geldi:
“Suriye’de Esad rejimini deviren harekatın hazırlığının bir yıldan fazla bir süredir yapıldığı, Türkiye’nin, ABD’nin ve diğer bazı ülkelerin bu süreçte şu veya bu şekilde yer aldıkları, ayrıca, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, HTŞ lideri Ahmed “Golani” el Şara ve terör örgütü YPG’nin başındaki Mazlum Abdi’nin muhtelif açıklamalarında teyit ettikleri üzere de, Esad’ın, neredeyse bütün aktörler arasında varılan mutabakatlar manzumesi sonucunda gittiği anlaşılıyor.”
Ancak içerdeki durum da hesaba katılmalı. 2020’den itibaren ekonominin çöküşe sürüklenmesi Esed rejiminin tükenişini kolaylaştırdı.
Savaşın genel yıkımı, ABD’nin uyguladığı ağır ekonomik yaptırımlar ve Fırat’ın doğusundaki zengin tarım arazileri ile petrolün Amerika destekli grupların eline geçmesinin ardından, 2020 başından itibaren etkisini göstermeye başlayan Covid-19 salgını ile Suriye için büyük önem taşıyan Lübnan’daki bankacılık sisteminin çökmesi, ekonomiyi baş aşağı dönen bir sarmala sürükledi.
Hayat pahalılığı Ocak 2020 öncesindeki 40 ayda sadece %32 artarken, o tarihten Eylül 2022’ye kadar 32 ayda tam %820 (9,2 kat) arttı.
BM verilerine göre halen Suriye nüfusunun %70’inden çoğu insani yardıma muhtaç. Bu, iç savaşın başladığı 2011’den beri en kötü oran. Nüfusun %54’ü gıdaya ulaşamıyor. Temel kamu hizmetleri, yeterli elektrik, içme suyu sağlanamıyor.
Şehirlerde fırınlar çalışmıyor, ekmek bulunamıyordu, karneye bağlandı. Esed hükümeti yaptırımları, un ve enerji yokluğunu gerekçe gösteriyor, 23 lira maliyeti olan bir somunu 1 liraya sattıklarını söyleyerek kendini savunuyordu.
2023’de maaşlar memurlar için ortalama 12 dolar, orduda en iyi durumdaki generaller için 40-45 dolara geriledi. 3-4 dolar maaş alan askerler ise, size bunun iki katını verelim bizi serbest bırakın diyordu.
İdlip’ten sonra önündeki şehirleri kolayca süpürüp geçen HTŞ milisleri karşısında Suriye Arap Ordusu’nun başkent Şam dahil hiçbir yerde savunma hattı dahi kuramayışının arkasında devlet yapılarındaki bu çürüme vardı.
Ayrıca, gözlemcilerin işaret ettiği gibi Esed’in kurtarıcıları İran, Hizbullah ve Rusya kendi savaşları nedeniyle zayıflamış veya enerjisini kendisine yoğunlaştırmıştı. Suriye ordusu dağılınca, daha fazla güç seferber etmenin anlamı kalmadığını gördüler.
Evet, neticede CB Erdoğan rakibini nakavt ederek kazandı, büyük bir siyasi başarı elde etti. Türkiye şimdi Suriye’de en ön planda ağırlığa sahip.
Açıklanan hedefler sevindirici. Suriye’nin toprak bütünlüğü korunacak; değişik etnik/dini kökene ait grupların hiçbirini dışlamayan bir düzen kurulacak; dışardan ekonomik yardım gelecek, yeniden inşa başlayacak ve kısa sürede anayasa ardından seçimler yapılarak kazanan Suriye’yi yönetecek.
Bu hedeflerin gerçekleşmesini bütün kalbimle temenni ediyorum. Çekilen bunca acıdan sonra Suriye’nin başarılı olması sadece Türkiye değil bütün bölgenin çıkarına.
Ama bu sadece masada hazırlanmış iyi niyetli bir proje, arazideki gerçeklere uyumu kuşkulu.
Ankara askeri güç kullanarak Suriye’de rejimi değiştirme girişimine Ağustos 2011’de başladı. O tarihten sonra şunları savundum:
Esed rejiminin dışardan askeri güçle devrilmesi zordur ve riskli bir politikadır. Çünkü etkili dış güçler arasında mutabakat bulunmuyor ve içerde muhalefetin liderliğini uygun şekilde üstlenebilecek seçenek yok. Türkiye bu işten en büyük zarar gören ülke olabilir. Esed devrilse bile, muhtemelen kaos çıkacaktır.
Son cümle hariç hepsi aynen gerçekleşti, şimdi son aşamaya geldik.
Suriye nereye?
Arazideki gerçekleri olabildiğince doğru okuyanlar Suriye’nin nereye gittiğini daha iyi görebilir.
Türkiye’nin Suriye’de uğradığı büyük zararlar, Esed’in devrilmesiyle telafi edilmiş değil.
Esed’in devrildiği 8 Aralık günü yaptığımız analiz hâlâ geçerli: Türkiye’nin kazanç-kayıp bilançosu önümüzdeki dönemde yaşanacak iki gelişmeye bağlı.
- Fırat’ın doğusunda PKK-YPG liderliğinde bir siyasi oluşum ihtimali.
- Fırat’ın batısı ve ülkenin tamamında istikrarın sağlanması, böylece Türkiye’deki 5 milyon civarı Suriyeli göçmenin büyük çoğunluğunun geri dönmesi.
Suriye konusunu Washington’la yakın istişare içinde götüren Ankara, acaba 8 Aralık öncesinde bu konuları gündeme getirip ortak hedefler konusunda mutabakat sağladı mı?
Amerika-İsrail ikilisinin son 35 yıldır bölgedeki temel hedefi Suriye, Irak ve İran’ın istikrarsızlaştırılması, zayıflatılması ve mümkünse parçalanması.
Değişen Başkanlara rağmen Amerika bu stratejiyi yıllardır Suriye’de tutarlı şekilde yürüttü. Obama iç savaşta cihatçı selefi (*) örgütleri destekledi, ama sadece savaşa devam edebilecek kadar silah verdi, ağır silahlar edinmelerini sıkı şekilde denetleyerek engelledi.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan son günlerde birkaç kez “zamanın ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden bize, Esed’in devrilmesini istemediklerini söyledi” dedi. Tamamen doğru. ABD’nin o günlerde arzusu Suriye’de kan deryasının devam etmesiydi.
Rusya’nın 2015’de müdahalesi sonrasında Esed’in devrilmeyeceği anlaşılınca, Trump 2017 başında cihatçılara askeri desteği kesti. Washington, IŞİD’le mücadele gerekçesiyle Fırat’ın doğusunda YPG liderliğinde bir oluşum yarattı, kanatları altına aldı. IŞİD tek hatta en önemli hedef değildi. Açık temel hedef Suriye’nin istikrarını ve toparlanmasını engellemekti.
Emekliye ayrılan bir Mossad başkanı “Biz iç savaş devam etsin, iki taraf da kan kaybından yere serilsin istiyorduk. Esed’in kazanacağını bilseydik onu kolayca devirirdik” demişti. Bu aynı zamanda 2017’dan sonra ABD’nin hedefi oldu.
8 Aralık’tan sonra Amerika’nın askerlerini Suriye’den çekmesi artık daha zayıf olasılık.
Türkiye’nin etkisi arttı, ama Rusya’nın çekilmesiyle Amerika’nın da ağırlığı arttı. Amerika’nın tersine Rusya, Suriye’nin toprak bütünlüğü ve güçlü merkezi hükümetten yanaydı.
YPG, bölgede 8-9 bin civarında IŞİD militanın tutulduğu hapishaneyi kontrol ediyor, ABD cihatçı mahkumların serbest kalmasına kesinlikle karşı. Ülkede yönetimi HTŞ devralırsa, eski cihatçı kardeşlerini veya çoğunu serbest bırakma ihtimali yüksek. Söz verseler bile ABD herhalde güvenmez.
Takım elbise giymeye başlayan Golani yarın papaz elbisesi de giyebilir.
ABD’nin yeni başkanı Trump, İran’a “maksimum baskı” uygulayacak, mantıken Suriye’nin doğusunu kendi kontrolü altında tutup bölgeyi İran’a karşı mühürlemek istemesi gerekir. Trump’ın üst yönetiminde en aşırı İsrail yandaşları görev alacak.
Bütün bunlar, Fırat’ın doğusunda YPG liderliğinde bir yönetimin devam etme olasılığının yüksek olduğunu gösteriyor. Zaten ABD Savunma Bakanlığı iki gün önce, Suriye’deki asker sayısını 900’den 2.000’e çıkardıklarını açıkladı.
PKK-YPG Türkiye’ye sınır komşusu olursa, İsrail de fiilen komşusu olacak.
Ankara defalarca bu olasılığı kabul etmeyeceğini, askeri güç kullanmaya hazır olduklarını açıkladı. İş o noktaya varırsa, sonucu bilinmeyen bir sürece girilecek.
İkinci kritik gelişme Suriye’de genel istikrarın sağlanması; o da çetin bir hedef.
14 yıldır süren iç savaştan sonra şimdi güneyimizde, sosyo-ekonomik göstergeleri Sahra Afrikası ülkelerinden daha kötü, devletin çökme eşiğine dolandığı bir ülke var.
Suriye iç savaştan önce başarılı bir performans yakalamış, 1994-2011 arasında 17 yıl boyunca ortalama %12 büyüyerek ekonomisini 66 milyar dolara çıkarmıştı (Dünya Bankası). Savaş nedeniyle ekonominin üçte ikisi kül oldu, 2022’de kişi başına gelir 1000 dolara düştü, bugün muhtemelen daha da düşük. Dünyanın en fakir yörelerinden Büyük Sahra ülkelerinin epey altında (ortalama 1600 dolar).
Yoksulluk ve sefalet, yıllardır şiddet kullanmaya alışmış silahlı radikal örgütler arasında iktidar kavgasını ve ideolojik hesaplaşmaları kolaylaştıracak, kendi yönetecekleri alanlar ve ekonomik çıkar ele geçirme arayışını teşvik edecektir.
Suriye’yi, eğer yapılırsa ‘demokratik’ seçimlerden sonra da muhtemelen HTŞ ve benzeri cihatçı selefi örgütler yönetecek. HTŞ dün İdlip’i yönetirken muhaliflerini zindana attı, işkenceden geçirdi veya yok etti – Esed gibi.
HTŞ’nin El Kaide’yle bağlarını koparmasının nedeni ideolojiyle ilgili görüş ayrılıkları değildi, iktidara giden yol hakkında farklı düşünüyorlardı. El Kaide “küresel cihat” istiyordu, HTŞ liderleri “yerel koşullara göre milli cihat” uygulanmasını savunuyordu. Kopuşun arkasında basit iktidar kavgası yatıyordu.
İç savaşta muhalif cihatçı örgütler yasadışı uyuşturucu (captagon) işinden büyük paralar kazandı, sonra Esed’e yakın çevreler o ticaretin büyük kısmını ele geçirdi, ülkenin en büyük döviz kaynağı narkotik kaçakçılığı oldu. Şimdi yüz milyonlarca dolarlık bu kaynağın kontrolü için silahlı örgütler arasında kanlı çatışmalar başlayabilir.
Katar hariç bölgedeki otoriter Arap ülkelerinin Şam’daki HTŞ iktidarından tedirgin olacağı muhakkak. Şu anda Amerika, İsrail ve Türkiye Suriye’de askeri güç bulunduruyor ve yakın gelecekte bu durum değişecek gibi görünmüyor. Şimdi başka devletler de kendilerine bağlı silahlı veya silahsız gruplar oluşturarak Suriye’nin yönünü etkileme arayışına girişebilir. Güneydeki Dürziler, İsrail’e katılmak veya federasyon istediklerini açıkladı bile.
Golan tepelerindeki işgalini adım adım işgali genişletmeye devam eden İsrail ayrıca şimdilik 500 stratejik hedefi imha etti. Amacı sadece askeri değil, güçlü bir merkezi yönetimin kurulmasını engellemek ve Suriye’yi dağıtmak istiyor. İsrail ve onu sesiz izleyen Amerika açık oynuyorlar.
İyi niyetli projeler için böylesine elverişsiz koşulların hüküm sürdüğü Suriye, son 500 yıldır kendini yönetme tecrübesi yaşamadı. Sivil toplum gelişmişlik düzeyi sıfır denebilir.
Umalım ki Suriye’de her şey iyiye gitsin. Ama dağılmaya ve korkunç bir kaosa doğru yol alıyor.
Türkiye bugün Suriye’de, Ağustos 2011’e kıyasla çok daha ağır risklerle karşı karşıya. Geri dönüş yerine ters yönde yeni göçmen dalgaları olasılığı dahil, başka pek çok açıdan.
….
(*)- “Selefi cihatçı” yerine “cihatçı selefi” ifadesi daha uygundur. Cihatçıların hepsi genellikle selefiyye düşüncesine bağlıdır ama her selefi cihatçı değildir. Başlangıçta selefiler silah ve şiddet kullanmak bir yana, siyasetle bile ilgilenmez sadece tebliğde bulunurdu.